Sevgili ablam, Gül Baydar ile Türk Müziği üzerine keyifli bir röportaj yaptık.
Klasik Türk Müziği'nin genel karakteri ve dönemleri,makamları,enstrümanları,Klasik Türk Müziği ve Halk Müziği arasındaki farklar ve gençlerimizin Türk Müziğine bakış açısı
üzerine konuştuk.
Tanbur ile icra
Klasik Türk Müziği
4 Mayıs 2016 Çarşamba
Sadun Aksüt:Gençler, Müziğimizi Dinlemeye Alışırlarsa, Duyacaklar ki Eserlerimiz Çok Güzeldir ve Derindir
Türk Müziğimizin en değerli isimlerinden olan Sadun Aksüt, bir ömür süren sanat çalışmalarını bugün halen devam ettiriyor. Klasik müziğimizin tabiri doğruysa yaşayan hafızalarından olan Aksüt, hocası Tamburi Zeki Ökte’den getirdiği bilgileri bugün öğrencilerine aktarıyor ve ekliyor: “Gençlerimiz müziğimizi dinlemeye alışırlarsa görecekler ve duyacaklar ki eserlerimiz çok güzeldir. Yalnız dünyevi değildir aynı zamanda uhrevidir. Biraz eğilirlerse, onun derinine inerlerse yavaş yavaş çok daha fazla güzelleşecekler. Hem ruh olarak, hem sima olarak, hem de tabiat olarak güzelleşecekler...” Sadun Aksüt’le müziğimiz ve hayatı üzerine konuştuk.
Sadun Bey öncelikle nasılsınız,keyfiniz yerinde mi?
İyiyiz Begüm Hanım afiyetteyiz,çok şükür.Siz nasılsınız?
Teşekkür ediyorum,sizin gibi değerli bir üstadı gördük daha
iyi olduk.
Sadun Bey,bize biraz kendinizden ve ailenizden bahseder misiniz?
26
Ekim 1932’de Merzifon’da doğdum.Ben doğduğumda 5 kardeş olmuşuz. 3 kız
kardeşim Merzifon Amerikan kız kolejinde, abim Tarsus Kolejinde okuyor. Babam
Karaköse valisi. Kızlar ve abim Amerikan kolejlerinde okudukları için
Anadolu’nun en güzel yerlerinden biri olan Amasya’nın Merzifon kazasında
oturuluyor. Çünkü kızların mektebi orada. Ben doğduktan kısa bir
süre sonra babam Bilecik valiliğine tayin oluyor. Oraya gidiyoruz. Kısa süre
dediğim 1,5-2 yaşında oraya gidiyoruz. Bilecik valiliğinde kısa bir süre
kalıyoruz. Zaten emekliliği gelmiştir Ali Kemali beyin. Oradan İstanbul’a
geliyoruz. Babam, Devlet Deniz Yolları Emekli Sandığı Müdürü oluyor. Ama aynı
zamanda babam tarihçi ve iyi edebiyatçı.
Anne ve babanızın adını öğrenebilir miyiz?
Ulviye. Babamın adı Ali Kemali. Ali Kemal
dendiği zaman dehşetle sinirlenirdi. Ali Kemal değil, Ali Kemali. Mutlaka böyle
söylenmesini arzu ederdi.
İstanbul’a geldikten sonra hangi okulları okudunuz?
İstanbul’da önce Üsküdar’da okuduk. Kızlar
Amerikan kolejine devam ettiler. Üsküdar’dan sonra Kadıköy’e geldik.
Yeldeğirmeni’nde oturduk. Ben önce Talimhane’deki Gazi Mustafa Kemal Paşa
ilkokulunda okudum. Oradan Kadıköy 3. Ortaokula geldim. Sonra Haydarpaşa
lisesinde okudum. Üniversite okumadım.
O arada galiba Belediye Konservatuarı’na
başladınız.
Evet, Belediye Konservatuarına gittim. Ama
tabi çok uzun devam etmek imkanı hâsıl olmadı. Sonra babamın arkadaşı fizik
profesörü, ordinaryüs Salih Murat Özdilek aldı beni Saadettin Arel’in evine
götürdü. Orada kendisiyle tanıştım. Saadettin bey bana İleri Türk Mûsikîsi
Konservatuarı derneğine gelmemi söyledi. Gittim kayıt oldum. İlk hocam
Laika Karabey. Nur içinde yatsın. Tabi orda Sadettin Bey’den, Dr. Suphi
Ezgiden, Haydar Sanal’dan ve Laika Hanım’dan dersler aldım. Kısa bir süre sonra
beni Macide Akkaya, Fevzi Akkaya’nın kız kardeşi beni Üsküdar Mûsikî Cemiyetine
götürdü. Emin Ongan hoca ile tanıştım. Çok meşk ettim. Emin Hoca’dan meşk
ettiğim eserleri halen hatırlıyorum. 1950-51 den itibaren bu eserler halen
ezberimde.
Meşkin avantajları var değil mi?
Çok eser meşk ettik. Hepsini güfteleri ile
ve notaları ile ezberlemişim. Emin Hoca meşk ederken sanki içiriyordu bize
eserleri. Derimizin altına işledi o eserler. Ruhumuza işledi. O kadar güzel
meşk etti bize ki o kadar sağlam ki. En ufak bir nüansını bile artık unutmak
mümkün değil. Belediye konservatuarına kısa bir süre devam ettim. İleri Türk
Mûsikîsi Konservatuarında çalıştım. Üsküdar Mûsikî Cemiyetinde çalıştım. Emin
Hoca da beni İzzettin Beye gönderdi.
İzzettin Ökte beyle tanışıp ondan ders almaya başlamışsınız. O
hatıralarınızı da anlatabilir misiniz?
İzzettin Bey, eşi emsali gelmeyecek olan
bir tanburi. Tanburiler beni bağışlasınlar. Ancak İzzettin Bey gibi tanburdan
ses çıkaran olmaz. Takunyanın üstüne tel taksanız, verseniz, aynı sesi
çıkaracak kadar kuvvetli bir tanburidir. Üslubu olağanüstü. Ondan ne
kapabildimse kaptım. Onu devam ettirmeye çalışıyorum. Öğrencilerime de o üslubu
öğretmeye çalışıyorum. Taklitle başlar sanatkârlık. Ancak daha sonra kendi
şahsiyetini ortaya koyarak uygun üslup içinde kendisini belli etmesi lazım.
İzzettin Bey'in hocası kimdi?
Yok.
Tanburi Cemil Bey’den etkilenme var mı?
Çok etkilenmiş. İzzettin bey, Cemil Bey
için “O bir kutup derdi. Konkur dışı.” derdi.
Bize İzzettin Bey'i biraz anlatabilir misiniz?
Hoca ile anı diyorsunuz. Beni ağlatırsınız
o kadarını söyletmeyin. Bana 10 liraya ders verecekmiş. Emin bey konuşmuş.
Gittim dersi yaptım. Zarf içinde parayı sehpaya uzatıp kaçtım. 2. Derste “bir
dakika” dedi bana. “Bir daha bana gelmeyeceksin” dedi. Elim ayağım dolandı.
“Hocam beğenmediniz mi?” dedim. “Hayır. Gelme Sadun” dedi. “Hocam çok
üzülürüm, ölürüm” dedim. “Bak Sadun dedi, sabah 5’te gel, öğlen gel akşam gel
ne zaman istersen gel, böyle gelme” dedi. Kafasıyla sehpayı işaret etti. Zarfı
gösterdi. “Bir daha böyle gelme” dedi. Bende bütün ömrümce özel ders verdiğim
öğrencilerimden para almadım.
Ne kadar büyük bir lütuf. Bu iş zaten parayla pulla ölçülemez.
Öyle olsaydı ben şimdi çok zengin olurdum.
Bu para işi değil. İzzettin bey dünya kibarı, dünya naziği, dünya güzeli bir
insandı. Böyle bir hoca, bu kadar güzel insan hiçbir gün unutmadım, her gün ona
Kur’an okurum. Her gün ona rahmet okurum. Emin hocaya da öyle. Bu iki hocam,
tabi diğerleri de hepsini rahmet ve minnetle anıyorum ama bu iki hocam hepsinin
üstünde bence. Emin hoca, İstanbul’da 20, 22 yaşında Emin Hoca diye anılmaya
başlanmış. İstanbul da o kadar usta var. O kadar büyük müzisyenler var ama o
yaşta hoca diye anılmış.
Bugüne kadar verdiğiniz eserlerin bir envanteri var mı?
Bir Mevlevi ayini, yüz küsur şarkı, 30
ilahi var. 3 çocuk şarkısı var. Saz eserleri 60 - 65 kadar var. Bunun yanı sıra
24 tane de kitap yayınlandı.
Beste çalışmalarınızı nasıl ve Hangi ortamlarda yapıyorsunuz? Bu konuyla
ilgili bizi bilgilendirir misiniz?
Bu belli olmuyor. Bir kere Selahattin
Pınar’ın söylediği bir laf var. “Şiiri teninin içine giyeceksin” diyor. Şarkı
bestelemek için “o beğendiğin şiiri teninin içine giyeceksin ve şairle
bütünleşeceksin.” “Şair ne düşünüyordu onu yazarken, sende onu düşünmeye çalış.
O kendiliğinden makamını, usulünü ve melodisini getirecektir.”
Kitap çalışmalarınızdan da bahsedecek olursak, neden bu kadar çok yazmayı
düşündünüz? Sizi yazmaya iten bir güç var mı?
Bir kere babamdan heveslendim yazı
yazmaya. Edebiyat dersini zaten çok severdim.
Ben çok doküman topladım.
Şu anda evde bir sürü doküman var. Onlardan istifade ettim. Sonra çok büyük ustalarla çalıştım. Onlardan istifade ettim,
anlattıklarından. Ayrıca eski yazı bilmiş olmam da fayda etti. Bu dokümanları
bir araya getirmek, onlarla uğraşmak, güzel, keyifli bir işti. Şimdi bir kitap
var elimde, yayınlayamıyoruz. Çünkü kimse itibar etmiyor. Hatıralar var içinde.
Bu hatıralardan biri Lemi Adlı’nın Selahattin Pınar’a yazdığı mektuplar var.
Selahattin Pınar’ın eşine yazdığı mektuplar var. Mesut beye yazılmış mektuplar
var. Mesut beyin yazdığı mektuplar var. Feyha Talay’ın yazmış olduğu mektuplar
var.
Kendi el yazısı ile mi?
Tabi, kendi el yazısı ile, Lemi beyinkiler
eski Türkçe ile yazılıdır. İmzalı. Bu dokümanların dışında başka dokümanlarda
var.
Bunları gün ışığına çıkartmak lazım mutlaka. Mutlaka sponsor bulmalı.
Evet, para pul istemeden ben bunları
yaptık bugüne kadar. Bugünde istemiyoruz. Bakın şimdi ben size çok enteresan bir şey söyleyeceğim. Cıngıl denen bir şey var
reklamlarda. İlk cıngılı yapan kimdir?
Refik Fersan. Yaptığı cıngılda bende. El yazısı ile bende. Nota ile yaptı.
Refik bey bıraktı. Refik bey bana devretti. Ben yaptım ondan sonra cıngılları.
İlk ben yaptım Refik beyle beraber. Refik bey iki cıngıl yaptı Refik bey
bıraktı ondan sonrasını hep ben yaptım. Şimdi onlar bende. Bir hatıra diye
anlatıyorum. Mesela Zeki Arif Ataergin’in kendi el yazısı ile spirh takımı
bende. Onun yanı sıra başka şeyler. Zaten vereceğim evimdeki dokümanları, bazı
kitapları, bir sürü şeyler vereceğim. Benim elim sıkı değil. Hasis insanı hiç
sevmem.
Zaten sanatçı paylaştıkça çoğalır.
Bunları vereceğim çünkü ben
öldükten sonra, bu da Selahattin Pınar’ın bir şarkısıdır ama ben şiiri de çok
severim.
Ben öldükten sonra kuşlar öter.
Bu dereler çağlar mı dersin.
Değişe değişe bilmem ki o yar.
Bize gönlünü bağlar mı dersin?
O gözleri süzgün, sesi şakrak
Önüme düşerse bir kuru yaprak.
Eski sevdiğini hatırlayarak
Kabrine diz çöküp ağlar mı
dersin?
Ben öldükten sonra bu kuşlar
ötecek. Bu dereler çağlayacak ama giden geri gelmeyecek. O takdirde bunları
sıkı sıkı elimde tutup saklamak, bende var. Kimseye vermemenin bir âlemi yoktur.
Sadettin Heper hocamız, o Zekai Dede’nin
oğlunun talebesi. Hatıra defteri bende şimdi Ahmet Efendi’nin. Bir gün Ahmet
Efendi ile beraber meşke gidiyorlar Mevlevihane’ye. Yazın bakalım diyor. Ama
evden çıktığı zaman Zekai dede komşusu bir kağıt vermiş. Zekai Dedeye. Radyo
evi ile taksim anıtı kadar mesafe Mevlevihane. Oraya kadar gitmişler.
Oturmuşlar meşke. Yazın bakalım demiş. Yazdırmış Zekai Dede. Saba beste Zekai
dedenin, zincir usulünde. Meşke başlıyorlar bir kısmını meşk ediyorlar.
Çıkıyorlar. Eve dönerlerken Ahmet Efendi diyor ki, “Bey baba böyle bir
eseriniz yoktu sizin” diyor. “Evden çıktığımız zaman komşumuz bir kâğıt verdi
ya. Bu şiir yazılıydı. Cenab-ı Allah’ta lütfetti. Buraya gelene kadar
besteledim.” Zincir usulünde. Çifte düyek, Fahte Cenber, Devri Kebir,
Berefşan.120 zamanlı usul. Saba beste. Evinden taksim anıtına kadar 1.5 km
kabul edilir. Yani en kaba tabirle 1.5 km. bir eser bestelenir mi? Bestelemiş.
Bir başka gün. Birkaç eser meşk ediliyor. Ahmet Efendi diyor ki. Baba bunların
üstüne kendi ismini yazmadınız da bestekârın adını yazdınız. Evet, çünkü Zekai
dede kaybolmuş eserleri güftesi var. Eserin notası ve melodisi kaybolmuş.
Kimsede yok. O bestekârın üslubuna göre yeniden bestelemiş. Birkaç eseri.
Üstüne o bestekârın ismini yazmış. Ahmet Efendi sormuş , “evlat bizim
bestelediğimiz eserler diğer Mevlevihane’de meşk ediliyor. Bunlar unutulmuş ama
şimdi meşk edilirse bestekâra rahmete vesile olur diye böyle yaptım.” demiş.
Bazı kişiler buna karşı çıkmışlardır.
Zekai Dede niye o bestekârın eserini yeniden bestelemiş diye. Unutulmuş
kardeşim yok. Sadun’un o eseri yok. Sadun’dan 30 sene sonra unutuluş olan o
besteyi Zekai Dede almış ve yeniden bestelemiş. Onun üslubunu biliyor. Böyle
şeyler olmuş. Bunlar da Sadettin Heper’den bize intikal eden hatıralar. Nurlar
içinde yatsın.
Radyo yıllarını unuttuk. Siz hangi yıllarda radyoya girdiniz?
İlk radyoya girişim 1951. Saz eserleri
çaldık. Kimlerle. Bu arkadaşlarımızdan dördü öldü. Cumhur Yaşar Geçergil,
keman. Şekip Ayhan Özışık, ud. Turgut İçten (hayatta), kanun. Sadun Aksüt,
tanbur. Biz çalarken küçük stüdyoda içerde saz eserleri çaldık. Bir defasında
Cevdet Bey dayanamadı o da girdi ve bizle beraber çaldı. Hiç unutmam. Sonra
askere gittim. 1956’da memur olarak girdim. Türk Mûsikîsi Kütüphanesine. 1981’e
kadar çalıştım. 1981 de emekli oldum. 1975’de de Devlet Konservatuarına
girmiştim. Çünkü artık memuriyetten ayrıldım 62 senesinde. 1962-63 Belediye
Konservatuarı icra heyeti azasıydım. Tekrar döndüm radyoya ama sadece sazende
olarak döndüm. Memuriyet yapmadım. İstanbul Türk Mûsikîsi Devlet konservatuarı
şu anda Teknik Üniversiteye bağlıyız. 1975 de tanbur hocası olarak girdim.
Halen devam ediyorum.
Radyoya girdiğiniz dönemlerde çok çok büyük üstatlarla çalıştınız. Hem
sazında çok hem sesinde zirvede sanatçılarla birlikte olma şansını yakaladınız.
O isimlerden de bahsedebilir misiniz?
Hanım sanatkârlar. Safiye Ayla, Perihan
Altındağ Sözeri, Sabite Tur Gülerman, Mediha Demirkıran, Nesrin Sipahi, Sevim
Tanürek, Mualla Mukadder, Saime Sinan, Afife Edipoğlu, Mefharet Yıldırım.
Titriyorum şu an. Radife Erten. Hepsini saymakla bitmez.
Erkek seslerden?
Şimdi unutuldu. Mustafa Çağlar, Mustafa
Kovancı, Ekrem Kongar, Necmi Rıza Ahıska. Münir Nurettin beyle çok çalıştık.
Sonra Nadir Hilkat Çulha, Arif Sami Toker, Zeki Müren.
Sazlarda kimler vardı? Selahattin Pınar’la çok yakın arkadaş olduğunuzu biliyorum.
Selahattin ile 10 yıl beraber çalıştık
gazinoda. Sadi Işılay. Böyle keman sesi var mı? Selahattin bey derdi ki,
“Sadi’nin yayı 100 metre” Dedi. Hiç yayında kesiklik olmazdı. Sadi Işılay.
Nubar Tekyay, Cevdet Çağla, Emin Ongan, Hakkı Derman, Naci Tektel, Yorgo
Bacanos. Çok yakın dost olduk Yorgo Bacanos ile. Kadri Şençalar, İsmail
Şençalar. Ahmet Yatman, Vecihe Daryal, Vecdi Seyhun, Dede Süleyman Erguner,
Cevdet Çağla, Kemal Niyazi Seyhun, Refik Fersan, Şerif İçli, Hamdi Tokay. Daha
sonra gençlerde vardı bunların içinde. Saffet Gündeğer’de vardı. Klarnet. Şükrü
Tunar. Klarnet çalmıyordu sanki ney üfler gibi. Yok, böyle bir şey. Sazı olağan
dışı. Vecihe Hanım’ın refakati gibi refakat var mı?
Şimdiki refakatlerle o zamanki sazendelerin refakatine karşılaştırırsak ne
gibi farklar var, paylaşabilir misiniz?
Bir tane hatıra anlatayım. Ben radyoda
memur olarak da görevliyim. Sazende olarak da görevliyim. Rahmetli Şevket
Kadıoğlu, tonmaister. Küçük stüdyoda Nadir Hilkat okuyor. Yanılmıyorsam. Sadi
Işılay, İzzetin Ökte, Yorgo Bocenoz, Vecihe Daryal; 4 kişi çalıyor. Okuduğu bir
eseri ben de tesadüfen kontrol odasına girdim. Şevket Bey’in yanına. Çünkü
ondan sonra hangi neşriyat olacak onu bildireceğim. Okuyor, yanılmıyorsam Nadir
Hilkat. Eserin bir yeri, mesela diyelim ki do diyez olucak. Do naturel bastı .
Solist do naturel bastığı anda, 4 sazende de do naturel bastı.
Çünkü solisti takip etmek zorundalar.
Hiç unutmam Şevket abi döndü bana dedi ki;
“Sadun refakati duyuyor musun?” dedi. “Duyuyor musun” dedi. “Do diyezi herkes
do naturel bastı.” O zaman hata olduğu belli değil. Demek ki şarkının burası do
naturel diyorlar. Şimdi herkes önüne bakıyor. Soliste bakmıyor. Kendi bildiğini
çalmaya çalışıyor.
Şefe de bakan yok, soliste de bakan yok.
Vecihe Daryal bir bakışta bir satır notayı
hemen okurdu. Soliste bakardı. Devamlı notayı kafayı önüne eğ, soliste bakma
yok.
İnsanlar ezberliyorlarmış zaten. Bizde ezberleme yok.
Eserler ezberindeydi. Refakat bu. Gazinoda
da öyleydi. Bakmayın gazino bir mektep idi.
Tabi o zamanki gazinolar.Kimler vardı hocam?
1951 Küçükçiftlik parkını hatırlıyorum. En
tıfıl ben. Mızraplı tanbur çalıyorum. Yanımda Cemal Cümbüş, Salih Orak,
Selahattin Pınar. Necati Tokyay, İsmail Şençalar, Pardon AhmetYatman, piyanoda
Fevzi Aslangil, devamı var ama hatırımdan çıktı. Bunları biliyorum yanımda
oturdukları için. İki hanende var. Birisi Şakırdaklı Kemal derlerdi. Diğeri
Ağyazar. Hanende Ağyazar Güleryüz. 70 yaşında, hatta 70’i aşkındı yaşı. Bir
fasıla başlarsa hiç kesmeden, o makamı değiştirmeden asgari 1.5 saat okur.
Çünkü fasıl 7’ye çeyrek kala sahneye çıkıyoruz. 7’de başlıyor. 9’a çeyrek kala
bitiyordu. Arada 10 dakika taksim vardı gazinolarda. Taksim ederdik.
Düşünebiliyor musunuz asgari 1.5 saat aynı makamdan eser okuyor.
Çok büyük bir repertuar gerektiriyor. Neden Şakırdaklı?
Çok güzel taklit yapardı Kemal Abi. Lakabı
Şakırdaklı idi. Düşünebiliyor musunuz, fasıl. fasıl idi. Başlarken, Mahur
okuyacak ‘Ey gonca dehen harı elem canıma geçti‘ diye başlardı. Fasıl bitiyor.
Yine zevrakı derunum kırılıp kenare düştü diye yürük semai ile bitiyor fasıl.
Siz mızraplı sazları çalmanın, eğitimci olarak birçok tekniğini
öğretiyorsunuz, metodunu yazmışsınız. Bu mızraplı sazları çalmanın bir özelliği
var mıdır?
Evet var. Mızraplı sazlarda tanburda,
kanunda hatta yaylı sazlarda da var bu özellik. Ama mızraplı sazlarda mutlak
surette bilek kullanılmalıdır, kol değil. Sağ elin bileği çalışmalı. Koldan
çalışılırsa çıkacak ses çok kötü olur. Olmaz. İstediğiniz gibi netice
alamazsınız. Mutlaka bilek çalışacak.
Siz çok iyi bir öğreticisiniz. Bunun sırrı nedir, Bizlere anlatabilir
misiniz?
Çok iyi miyim değil miyim bilemiyorum onu
öğrencilerim takdir etsin. Ancak ne öğrendimse, bana ne verdilerse onu ben
iyice içtim. İyice özümsedim. Sol kol tanbur sapını tutan sol el başparmakla
şahadet parmağı arasında tambur sapına yapıştığı zaman bunu bırakmaz. Birinci
parmak dediğimiz şahadet parmağı telin üstünden kalkmaz. O yapışık olarak oraya
devam eder. Bu sol kolun bilekle dirsek arası taş gibi olacak. Gerili olacak ki
tanbur, vaov vaov diye inlemez o çirkin bir şey. Hımmmmmm titremeyle
inleyecektir. Onun oradaki sertliği o sağlam şekli bu sağ bileğinde iyice
çalışması hem tamburdan hatta uddan, yani mızraptan, kanunda çıkı çıkı ses
çıkartması için bilek çalışacak. Kollar çalışıyor genelde, ama bilek çalışacak.
Kol ne kadar çalışırsa çalışsın kanunda bilek çok önemlidir. Çünkü o sürati
temin edemez. Hatta mandalları açıp kapayamaz bile bilek olmazsa.
Sizin birçok olmazsa olmazlarınız vardır mutlaka, bunları da bizimle
paylaşabilir misiniz?
Şiir olmazsa, mûsikî olmaz. Sevgi olmazsa
hiçbir şey olmaz hayatta. Allah sevgisi, kul sevgisi, eşinin sevgisi, evlat
sevgisi. Evli değilse sevgiliye karşı duyduğu sevgi, ağaç, deniz, çiçek yani
tabiat sevgisi. Bütün doğayı sevmek. Doğa zaten şiir baştan aşağıya. Bir
akşamüstü, grup vakti, denizi seyredin o kızıl, kıpkırmızı o sarı kız,
kıpkırmızı rujlarıyla kana batıyor gibi masmavi elbisenin üstünde denize
batarken ona âşık olunmaz da neye olunur? Bir dolunay zamanı şöyle aya bakın
bakalım. Onun ihtişamına. Onu hissetmeyen. Lemi Bey ne diyor biliyorsunuz dimi;
‘o güzel gözlerle bakmasını bil’ diyor.
“Kalbi mecnunu yararsan hazreti leyla
çıkar.
Avni ya sen sanma mecnun başka leyla
başkadır”. İkimiz aynıyız diyor şair. Aşk başka bir şey.
Peki sizin için aşk nedir?
Benim için aşk yoksa aşkı tatmayan kişi
ölüdür. Doğumundan ölümüne kadar yani Hakka son nefesini verene kadar âşık
olarak yaşamalıdır insan.
Zekai Dedenin Yürük Semâî Hicazkâr eserine
bakın ne diyor,
“Nerm eyleyemez seng-i dili yâri eḡerçi
Hakister olur çerh-i kemîne ṣererimden
Eğer sevgili o taş yüreğini yumuşatmazsa
benim aşkımdan dolayı, benim ateşimle kül ederim cihanı” diyor.
Tanbur ne ifade ediyor sizin için?
Tanbur işte aşk. Benim reklam gibi mi olur
özür dilerim. Bunca yıl sonra 60. Yılımızda bir CD’miz yayınlandı. 60 yıllık
aşk diye. 60 yıldır kucağımda. Hangi sevgili 60 yıl bir insanın kucağında
yatar. 64 senedir ben o sevgiliyle birlikteyim. İşte aşk.
Şiir nedir?
Şiir insanların hayatında kelime hazinesinin
zenginleşmesine çalışan kişilerin, kelime hazinelerinin ve ruhlarının
zenginleştiği bir araçtır.
Çokça şiir okumak gerekiyor değil mi ?
Evet ve de kelime haznesi diyorlar hazne
olur mu? Hazine. Hazne başka şey, çukur. Kelime hazinesi zenginleşir hakikaten
şiirler, Ruhu zenginleştirir.
Sizi yıllardır destekleyen eşinizden ve evlatlarınızdan da kısaca bahseder
misiniz?
Eşim Rubeyza Aksüt. 29 yıl TRT’de çalıştı.
Bana gerçekten son derece destek olan eşime saygılarımı ve sevgilerimi
sunuyorum.
Sadun Aksüt ve eşi Rubeyza Aksüt
O da çok iyi bir sesti aynı zamanda.
İyi bir ses idi ama ben mani oldum yazık
ettim. Özür dilerim. Buda gençliğin verdiği kıskançlıkla olan bir olay. 2 evlat
sahibiydim. 1992 yılında 36 yaşındaki oğlumu kaybettim. Burada tekâmülü
tamamladı. Allah daha çok sevdi aldı. Boynumuz kıldan ince. Kızım Arzu. Devlet
Operasında balerin. Onun kızı sevgili torunum Iraz Naz.
En büyük aşklarınızdan.
Evet Arzu olmasaydı oğlumdan sonra,
Harun’dan sonra ben hemen ölürdüm. Arzu tabii ki Iraz Naz ile eşimi ve beni hayata
bağladılar.
Şimdilerde neler yapıyorsunuz?
Artık bütün her şey bitti. Şimdi Kadıköy
de bir grubumuz var. Amatör hanımlarla beylerle beraber çalışıyoruz. “Mûsikî
âşıkları” ismimizde. Halis Kurtça Kültür merkezinde çalışıyor ve arada birde
konser veriyoruz. Böylece hayatımızı idame ettiriyoruz. Bu bir aşk demiştik
işte aşk bu çalışma.
Son olarak Türk Müziği ile uğraşan gençlere de önerilerinizi alabilir
miyiz?
Öneri demeyelim de, arzularım ki gençler
lügat alsınlar ve eserlerimizin biraz lügatle çözülmesini sağlasınlar, kendilerince.
Ve de dinlemeye alışırlarsa görecekler ki ve duyacaklar ki eserlerimiz çok
güzeldir. Yalnız dünyevi değildir aynı zamanda uhrevidir. Biraz onlara
eğilirlerse onun derinine inerlerse yavaş yavaş çok daha fazla güzelleşecekler
kendileri. Hem ruh olarak, hem sima olarak, hem de tabiat olarak
güzelleşecekler.
Bu keyifli röportaja vakit ayırdığınız için çok Teşekkür ederim Sadun Bey.
Rica ederim,benim için zevkti.Size de başarılar dilerim.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


